6 Ağustos 2009

ki öncesi de var

nereden çıktı bu park,
rüyalarıma giren;
tel örgülü, ormansı
ve bir o kadar kentin.
hemen arkası beşiktaş;
varolmayan ve içinde,
sürekli bir kaçışı yaşadığım.
bir yanı yüksek, taştan duvar,
önünde sokak lambaları
ve satıcıları, polisleriyle
ardı ardına imgelenen;
düşsel mekanı
kabul edilen tekinsizliğin.

sırf kentin oluşundandır
bir parkın sakilliği

birinci pulman

son vagondan bindim bugün;
vücudumda damlalar,
ve biraz aceleyle.
ilk vagondu menzilim
arada yemekli,
buyur etti beni, çağırdı;
bir bira açtırdı önüme
yanında fıstık söyledi.
sarı, yeşil, toprağın üstünde 
yağmuru bekleyen bir yaz akşamı;
tarlalarda balyalar, bahçelerde
yeterince pastoral.
yük vagonları beklemede,
ayla dolacak geceyi;
biz sadece gelip geçenler.
direkler uzaktan uzağa,
seslenir birbirine.
bunu duyan makinist,
ancak öyle hareket ettirir
metal diskli yığını.
altıyüzelliüçbinyediyüzyetmişaltı nolu
bileti ifşa ettim az önce.
ve pencereden bakmak varken,
daha fazla yazmak olmazdı...




4 Ağustos 2009

mediumessage or the other versions of simulacrums

medium and the message
all together; seperately
glowing bright to
make us blind.

the message ain't medium,
a little bit larger;
weeping from our sides.

medium for the message,
written down sometimes;
for a small glory.

simulacrum needs to be sentenced,
in the middle of one.
sentenced to medium;

sentenced to message.



3 Ağustos 2009

sarı yaz

yelkeninde bozkırların kokusu
döner avından balıkçı;
şaşırmayın.
rüzgar ardından gelir usulca,
bütün varlığıyla.

sigarasına ortaktır, 
hayatına olduğu kadar;
ve yalnızlığına.
ucunda balık gezinen oltalar,
kapitalist dinamit. 
hepsi altındadır;
yarattığı dalgaların. 

29 Temmuz 2009

köşeden geçen

kelimeler, her halükarda
hücrelerin içinden;

duyulur, duyulmaz, sakince
bir duvara gömseniz beni,
tuğla örüp üzerime
balık sırtı olmasa;

hikayeyi de boşverip,
gitsek en iyisi;
daha önce gittiğimiz gibi...


22 Mayıs 2009

çapraz imge

"yağmur doğar, ve güneş yağar"
farketmezsiniz.
taş akar, hırpalar suyu;
havalanan herşey elbet düşebilir.
yer boşalır, gök ıslanınca;
gün çökerken gece ağarır.
çığlık çekilir, acı atılır;
ve asker ölüme hepimizden daha mahkum.
top biter, oyun yuvarlanır;
sis bastırır
ve tipi çöker akşamlara.

19 Nisan 2009

kuş sesleri novalara yayılır

bir hamlede silinen satırlar,

yetim başlangıçlara gebe.

yaratmanın dişi karşılığı.


sadeliği pazar günlerinin,

çocuk sesleriyle sokaktan.

her şairin en az 

bir kez müjdelediği,

bahara vuran gün ışığı,

hüzmeler falan; 

belki yeşil, belki kırmızı. 


ne kaldı müjdelenecek,

bahardan başka?


felaket tellallığı,

ve usandırıcı romantizm.

öfkeyle karışık

sevgi gelgitleri.

arasında yaşam,

lanetlenmiş ve kutsanmış gibi.


yedik içtik iyi hoş, 

seviştik de çok şükür.

kavga ettik haybeden,

biraz televizyon izledik.

kitap dahi okuduk bazen,

çalıştık, çabaladık.

insanız velhasıl,

nerede kalmıştık?

yedik içtik iyi hoş...


toprağımda garip sahiplenmeler

bildiğimiz ne kaldı?

şimdilere yabancı,

tanınası ölüler.

ormanların sesi gibi,

hepimizin unuttuğu.


yalandan parlayan şehir,

sönük insanlığım.

güneş bile yetmiyor artık,

kafalar kalkmayınca.

kalksa bile ne görecek;

öylece sürüklenen,

çizgilerinde hayatın,

asla çizilemeyen.


kulağında fısıltılar,

milyonlar arasında;

deliliğine gizlenir,

delik bulamayınca.

23 Mart 2009

kahve

yetmeliydi yeni yetmeliğimiz,

ölçüsüzken bütün hayaller;

büyüdük adam mı olduk sonunda?

şefim pardon!

hesapta bir yanlışlık var galiba; 

içtiklerimiz doğrudur da,

biz bunları yemedik.


manalı bir sona ulaşmışken,

bitirmeliydik saplantıları;

daha tazeyken gözlemlerimiz,

izin vermeliydik içimize;

kar da yağsın güneş de.


o kadar bitmiş ki, sondadır artık;

başlangıcının tek yolu,

bir başınalıktan geçer.


toprağa hiç değmemiş ruhlar; 

belki çatlamazlar ama,

vuramazlar dışarı

susuzluğun ızdırabını;

yine de yumuşaktırlar.

L

bir şiir,

sırf kelimeler

alt alta 

diziliyor, 

ve işaretlerle

vurgulanıyor

diye,

şiirse, hani belki!

gerektiğinde elbet; nasıl ki her, yan yana yazılan kelime, cümle değilse; bu da şiir olabilir. olmalıdır da; en azından, denemelidir. yine de olmadıysa, işaretli yerlerden, ayırabilirsiniz. ama bilin ki, o zaman; başlık da değişir.  

ışıklarca yıl uzakta

sadeleştirilmiş olmalıydık çoktan;

fazlalıklardan arınmış,

aç olmamalıydık en azından,

açıkta kalmamalıydık.

yetmeliydik birbirimize,

kendimize olduğu kadar.


şimdi bir çığlık neye yarar?

ancak ikiye ayırır insanları,

çığlık atanlar, ve atmayanlar. 


ortasında olmalıydık çoktan;

güzel ve geniş zamanların.

huzursuz bir mirasyedi, 

gururuyla intihar eder; 

düşümde hayal kırıkları.


altı, üç, beş derken; 

bari sayılmasın bu tur,

yeniden oynayalım.

her zamanki şımarıklığımızla;

kaybetmeye tahammülsüz,

ve habersiz duvarın ardından.

yassı silindir

vaktinde çalınan bir şarkı;

şiir müzikle başlamalı

ve elbet onunla devam etmeli.


sürükleyen bir saksafon solosunun

imgesi yeterli değil şu an,

fırça darbelerini de duymak gerek,

siyah beyaz tuşları.

heyecanla bakan gözlerdir onlar,

aynı zamanda; 

bilirler ne yapılacağını.

21 Mart 2009

homily

the beauty of sorrow,

deeps me in my ears.

better than a poem

written for a song.

much more epic

but highly avant-garde,

fairy tales of a present. 

tenseness makes me feel

the up-tempo of our lives.


purity of vibrations.


retrospect them all,

just for a creepy sound.

in the space that it is

unique and self-created.

dynamism of every noise

ended up in difference,

clearing up minds.


environmental found,

sounds from a faster look.

and the words are also,

everywhere to hear it down.

sometimes a whoopy guiding.


composed to minimalize

a young person’s expectations.

playing the life itself,

flowing hyperbolical.

experiences on existence,

firstly to be lived by ourselves.

partible memories can also;

be connected or gone.

but the sounds of ten auras,

are still here to be with.


three more minutes then I’m...

18 Mart 2009

sallanan sandalye

lo-fi tınılar dağılmış her bir tarafa.

pencereden süzülen hüzmeler,

esintide uçuşan beyaz kumaş parçaları;

yarı şeffaf, olabildiğince hafif.

yana bırakılmış bir kol, umarsız

bir sineğin uçuşunda sözlerim;

kırmızısı tuğlanın, ve dokusu.

hareket eden gölgeler.


ustadır yaşanmışlığında sakinin;

parmak izimi bıraktığım kadehler,

tenimde lekelenen duman bulutları.

hayale açık, kuzey patikaları renginde 

taze ve gittiğimden habersiz.


ışığın tonları bulaşmış yelkenlere; 

savrulan sesler içinde arıza.

derinde gezinen enerji akışları,

biraz korkak, ve buyurgandır hiçe.

ellerimle büyüledim masanın kenarını,

kimselere çarpamasın diye.

beklenen kampanya

usanmaz riyakarlık,

terkedilmiş topraklar;

yıkıma uzanan top güllesi,

medeniyetin ayak sesleri.

çılgınlığa tabi harcanış,

tasarlanmış bağımlılık;

anı anda tüketen,

yaşantısız parıltılar.


bir çubuk çek farketmez,

oniki taksite böleriz.

öyleyse

döndüğümde susarız,

şimdi konuşalım;

ama gelince köşeye

bana da haber ver,

çarpışmayalım.


yorduğumda seyreliriz,

şimdi çoğalalım;

suya suskun olunca

öylesine dert ederler,

farklılaşmayalım.


sezdiğimde coşarız,

şimdi durulalım;

yakınımdan geçersen

kimselere duyurma,

hırpalanmayalım.


gördüğümde sergileriz,

şimdi gizleyelim;

rengin belli olunca

bana bir sigara ver,

zehirlenmeyelim.

 

sorduğumda lanetleriz,

şimdi kutsayalım;

tadına varınca varoluşun

herkese haber ver,

ıssızlaşmayalım. 


sandığımda buluruz,

şimdi kaybedelim;

taşa geçtikçe izlerin

tertibine kast ederler,

olgunlaşmayalım.


çözdüğümde tıkanırız,

şimdi geri alalım;

laf çıkarsa haber ver

sarhoş zannederler,

ayıklanmayalım. 


durduğumda hatırlarız,

şimdi hepten unutalım;

bana gelince boşver

hiç gitmesek bile,

uzaklaşmayalım.

17 Mart 2009

hiç de kafi

herde bulduğum hiçin, 

arifesinde bekleyiş

yaklaşır, uzaklaşır

huysuzluğu da cabası.

taşınabilir yalnızlığımız,

herin bir anlatı

ötesinde mavilik.

hiç de komik, her de daim

hepsinden geçtim,

peki parmak uçlarım?


tersine yıkılan bir ev;

eninde dağılır,

sonunda kavuşur bahçeye.


ötesi hayalimde, hafifçe;

tersine havalanan bir kuş.


harfler bile içiçe geçmiş,

kim nereden bilsin

bundan sonra ne olacağını.

uyur-uyanık cümlelerin

birden çok ortası var,

biri kafi durmak için. 

sound-track

I tracked some sounds

of the happening;

watched the movie

of my secret own,

things have to clarify 

and be forgotten,

till the start of a now.


some I tracked sounds 

for the assassin;

reached the odd

over a victory,

roads have to signify

and be totalized,

before the finish of a past.

üçlem

(bir) çeşitlilik

herdedir muhakkak;
boşuna değil kelimelerin,
ortaya koydukları
çeşni detay ile işlenmiş,
ve söylenmeyen 
şüpheciliğimiz.


(iki) görelilik

çoğuldur muhakkak,
bir(i)birinedir öteki;
kendinden sonra başlayan
varoluşun.
bana göre şiir,
sana göre çikolata...

(üç) olasılık

vardır belki de,
çok daha fazlası
sabırsızlığımız.
bir şeylere son ararken;
ıskalar, başlangıçlar
asla tesadüf değil.

11 Mart 2009

camda iki

yağmur yağar,

camda iki insan.


elleri perdede kalır zarifçe.

hep zariftir elleri.

karanlıkta pek seçilmez, 

yüz hatları.

ama bilinir yine de;

elleri gibi.

ve bilinir gülümsemeler

illa görmek gerekmez bazen.


zarif el sallanır karanlıkta,

yağmur havada kalır,

gülümseyişler kalır

yüz hatlarında.


bilinir sadece,

görmek gerekmez bazen.


yağar üstüne eğimli sokakların

ve yağar insanın üstüne

ve içine.

camda iki insan,

yağmuru yavaşlatır

sindire sindire doldursun diye...

Yolculuklarda sadece, kendi halinde, sade

Yaylı çalgılara bayılıyorum.

Gözümü kapattım, açtım, kapattım yine;

Sesi açtım sonuna kadar ve uyudum.

Rüyadan dönüyordu bir çift,

Yolda karşılaştık, sanki bizdik.

Erkeğin saçları dökülmemiş, beyazdı yer yer

Olgun bir güven yayıyordu etrafına.

Kadında bir duru güzellik, ve en önemlisi

Anlamlıydı yüzü.

Gülümsedik yanyana geçerken.


Bahçelerden çok kendilerini sulayan

Gençlerle karşılaştım.

Haklıydılar,

Onların daha çok suya ihtiyacı vardı.

Benim de…

Suyun altında durdum bir süre.

Rüzgara döndüm kulaklarımı,

Yokoldu sesler, duyulmuyordu 

Gençlerin konuşmaları.

Sadece rüzgar ve su.


Neler yaratmadı ki bu rüzgar ve su

Diye geçirdim aklımdan.

Ne dağlara şekil vermiştir 

Yanağımdan aşağı süzülen su

Ne bitkiler döllemiştir 

Tenimi yalayan rüzgar.

Oradan ayrılırken gençlere selam verdim

Karşılık yoktu, herhalde görünmezdim o an

Başka türlüsü mümkün değildi

Evet evet en mantıklısı buydu

Görünmezdim.


Yanımda yürüyen rüzgara bir sigara uzattım

Almadı, peki dedim yaktım bir tane

Ama biliyordum, dayanamayacak yine içecekti o da

Bırakamazdı sigarayı, palavraydı hepsi

Nereden geliyorsun diye sordum

“Bir yerden gelip bir yere gitmem ben aslında

Zannedildiği gibi

Ben heryerdeyim, bilmem anlatabildim mi?”

Çok iyi anlamıştım

Sonra bir baktım yoktu.

Sigarama göz attım, yarıya gelmiş

Güldüm.



Uyandığımda sadece uyanmıştım 

Ve yol devam ediyordu.

Nefesli çalgılara bayılıyorum.

Sesi yükseltmek istedim, ama zaten…

Üzüldüm bir an.

Kendi sesimi azaltmaya karar verdim ben de…


Uyudum.


Rüyadan dönen kimseye rastlamadım,

Bir ben vardım ortalıkta.

Gerçi korkunç değildi bu durum

Uyumak için garip bir saatti

Saat kaçtı peki? Ne zamandır saate bakmamıştım

Yine de bakmadım

Biliyordum ki bir işe yaramayacak

Zamanın benimle ne işi olabilir ki


Bir traktör yanaştı, yavaşladı yanımda

Başımla selamladım onu

Saat kaç diye sordu

Bilmediğimi söyledim

Hem niye ilgilendiriyordu ki saat onu

Arkasından baktım

“Sana ne saatten be adam! 

Defol git rüyamdan” diye bağırdım

Gözden kayboldu


Uyandım, 

Rüyalarda sinirlenmek iyi değildi

Elbette ben de biliyordum bunu

Herkes bilir

Su.

Evet suya ihtiyacım vardı.

Bir dikişte içtim.